Dünya Bankası İklim Yatırım Fonu’nun değerlendirme panelinde görev alan ve İtalyan Trust Fund ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika Yeşil Ekonomi için İş Liderleri Forumu’nun kurucu yöneticiliğini yapan Kerem Okumuş ile ısı yalıtımının iklim değişikliğiyle mücadele ve sürdürülebilirliğe katkısı üzerine sohbet ettik
Kerem Okumuş, Türkiye ve yakın coğrafyasında bugünden “farklı” bir geleceğin inşaasına katkıda bulunmak; günümüzün ve geleceğin nesilleri için sürdürülebilirliği mümkün kılacak karmaşık konulara, yalın ve etkin çözümler üretmek amacıyla 2013 yılında S360’ı kurdu. 2013 ve 2014’ün ilk yarısında merkez ofisi Budapeşte’de bulunan REC’in Orta ve Doğu Avrupa Bölgesi’nde sürdürülebilirlikten ve iş ağlarından sorumlu bölüm başkanı olarak görev yapan Okumuş, aynı süreçte Al Gore’un kurucusu olduğu İklim Gerçekliği Projesi’nin Orta ve Doğu Avrupa ile Türkiye bölge ofisinin başkanlığını yürüttü.
Şu anda Dünya Bankası İklim Yatırım Fonu’nun, özel sektöre değişen iklimsel şartlara uyum için ayırdığı fonun değerlendirme panelinde görev alan Okumuş, aynı zamanda İtalyan Trust Fund ile Dubai merkezli Ortadoğu ve Kuzey Afrika Yeşil Ekonomi için İş Liderleri Forumu’nun kurucu yöneticiliğini yapıyor.
S360’ın sürdürülebilirlik hedeflerinden bahsedebilir misiniz?
S360 olarak sürdürülebilirlik için liderlik ve öğrenme ile ilgili konuları THINK360 yapısı altında geliştirme hedefiyle yeni bir yolculuğa çıktık. Bunu gerçekleştirebilmek için eleştirel yaklaşımlar ve yenilikçi çözümleri temel alan ve toplumun sürdürülebilirlik sorunlarının çözümüne katkı sunacak araçlar ortaya çıkarmayı planlıyoruz. İlgili araştırmaları ve yayınları destekleyerek; toplantılar, çalıştaylar, oturumlar ve birlikte çalışma günleri organize ederek; sürdürülebilirlik, öğrenme, liderlik ve değişim kolaylaştırıcılığı bağlamlarında 360 derecelik, kapsayıcı bir yaklaşımı uygulamaya geçirmek amacındayız.
Binalarda ısı yalıtımının iklim değişikliği ile mücadele ve sürdürülebilirliğe katkısı nedir?
Günümüzde, küresel enerji tüketiminin yüzde 40’ından fazlasının, küresel sera gazı salımlarının ise üçte birinin binalardan kaynaklandığı ileri sürülüyor. Bu durum gelişmekte olan ülkelerde de gelişmiş ülkelerde de benzer bir nitelik taşıyor. ABD Enerji Bakanlığı’na bağlı Enerji Bilgi Yönetimi (EIA) verilerine göre binalarda tüketilen toplam enerjinin yüzde 55’i konutlardan, yüzde 45’i ticari binalardan kaynaklanıyor. Sadece konutlara baktığımızda ise, tüketilen toplam enerjide ısıtma yüzde 31’lik bir payla ilk sırada yer alırken; ısıtmayı yüzde 12 ile soğutma, yine yüzde 12 ile su ısıtma ve yüzde 11 ile aydınlatma takip ediyor.
Bunun yanı sıra, yapı sektörünün hem uzun vadeli hem de en büyük oranda sera gazı azaltım potansiyeline sahip sektörlerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Bugün mevcut olan teknolojiler sayesinde, hem mevcut hem de yeni binalarda enerji verimliliğini yüzde 30-80 oranında artırma potansiyeli bulunduğu vurgulanıyor. Sadece ısı yalıtımı sayesinde ise, binalardaki enerji tüketiminin en büyük payını oluşturan ısıtma ve soğutmadan kaynaklı tüketimin azaltılması sağlanarak, yüzde 50-60 oranında enerji verimliliği sağlamanın mümkün olduğu söylenebilir. UNEP de (Birleşmiş Milletler Çevre Programı), yapı sektörünün en İzocam Diyalog 5 büyük oranda ve en maliyet etkin biçimde sera gazı azaltımı sağlayabilecek sektör olduğunu vurguluyor. Sera gazı azaltım hedefleri olan ülkelere, bu hedefler doğrultusunda en öncelikli olarak yapı sektörüne odaklanmalarını öneriyor.
Ayrıca şunu da hatırlamakta fayda var ki, binaların ömürleri oldukça uzundur. Bir başka deyişle bugün binalarda aldığımız önlemler ve uygulamaya koyduğumuz teknolojiler önemli oranda sera gazı azaltımına yol açabileceği gibi, orta ve uzun vadede de söz konusu değerlerin söz konusu seviyede tutulabilmesinde önemli rol oynayacaktır.
Türkiye’ye baktığımızda ise Isı Yalıtımı Sanayicileri Derneği’nin açıkladığı verilere göre, Türkiye’de bulunan 18 milyonu aşkın konutun yüzde 85’inin yalıtımsız olduğunu söyleyebiliriz. Bu doğrultuda, 5627 Sayılı Enerji Verimliliği Kanunu ve bu kanuna bağlı olarak çıkartılan Binalarda Enerji Performansı yönetmeliğine göre, 1 Ocak 2011 itibariyle 50 m2 üzeri inşaat alanına sahip, yeni yapılan tüm binalarda Enerji Kimlik Belgesi çıkarılmasının zorunlu hale getirildiğini hatırlatmakta fayda var. Bir başka deyişle, 2017’ye dek hem mevcut hem de yeni binaların enerji kimlik belgesine sahip olması bir gereklilik halini aldı. Bunun da hem binalarda enerji verimliliğinin artırılması ve karbon salımlarının ciddi oranda azaltılması; hem de dolaylı olarak yalıtım sektörü için çok önemli bir fırsat olarak karşımıza çıktığını söylemek mümkün.
Isı yalıtımı, öncelikli hedefleri arasında enerji verimliliğinin yaygınlaştırılması olan, ülkemizde öncelikli bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Isı yalıtımı sektörünün geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması ise enerji verimliliğinin sağlanması ve bunun doğal bir sonucu olarak iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında önemli bir rol oynuyor ve önümüzdeki süreçte de oynamaya devam edecek.
Bu konuda farklı ülkelerden hangi öncü çalışmaları örnek verebilirsiniz?
Özelikle Avrupa Birliği’nde pek çok ülkenin binalarda enerji tüketimini azaltmak adına uzun vadeli stratejisi bulunuyor. Örnek olarak Hollanda’dan söz etmek mümkün. Hollanda, sanayi sektörü ile binalarda 2015 yılına dek, 2011’deki enerji tüketimini yüzde 25 oranında azaltma konusunda “gönüllü” bir anlaşmaya sahip. Bunun yanı sıra 2020’ye dek söz konusu binaların “enerji nötr” binalar haline getirilmesi hedefleniyor. İngiltere de bu konuda iddialı ülkeler arasında. 2016’dan sonra “sıfır karbonlu” binalar dışındaki inşaatları yasadışı hale getiren karar ve stratejileri yürürlüğe koydu. Ülkedeki yeni planlama ve inşaat yönetmelikleri, yeni binaların ısı yalıtımına sahip olması ve güneş panelleri ile fotovoltaik piller aracılığıyla binaların kendi enerjisinin çoğunu üreteceği anlamına geliyor. Japonya da bu konuda önemli adımlar atıyor. Japonya 2030’a dek “sıfır enerjili” binalar için strateji belirlenmesi konusu üzerine yoğunlaşıyor. Kuzey Amerika’da ise, elektrik kesintisi ve kısıtlılığının yanı sıra hava kirliliği gibi şikayetlerden dolayı bu konuya odaklanan Kaliforniya başta olmak üzere çeşitli eyaletlerde, sıfır karbonlu binalar için strateji çalışmaları sürüyor. Bu iyi örneklerin hem gündeme gelmesinde hem de uygulanabilirliğinde, hükümetin belirlediği hedefler ve uygulamaya koyduğu teşviklerin yanı sıra, söz konusu ülkelerdeki gönüllü mekanizmaların gelişmişliği ve ekonomik, çevresel, sosyal anlamda bu değişimin gerekliliği şüphesiz önemli rol oynuyor.
Sürdürülebilirlik ve iklim değişikliği konularında ülkemizin içinde bulunduğu konumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Geçmiş 20 yıla baktığımızda hem küresel anlamda hem de ülkemizde çevresel farkındalığın güçlendiğini görebiliriz. İklim değişikliği gerçeği de bu farkındalığın öncelikli konularından biri. İklim değişikliğinin bireysel ve toplumsal düzeyde yarattığı baskıyla birlikte; yoksulluk, kaynaklara erişimdeki eşitsizlik, hızlı tüketim, gıda güvenliği, çevresel bozunma gibi konuların yarattığı baskılar bir araya gelince; sürdürülebilirlik, hem bireysel hem de toplumsal olarak öncelikli konularımızdan biri haline geliyor.
İklim değişikliğiyle mücadele ve sürdürülebilir kalkınma birbirlerini destekleyen, aynı hedefleri paylaşan ve aslında birbirlerinden ayrılamayacak iki farklı girişim. Bugün Türkiye’nin ve dünyanın önde gelen şirketlerinin sürdürülebilirlik raporlarına baktığımızda iklim değişikliği öncelikli konuların ilk sıralarında yer alıyor. Tüketicilerin iklim değişikliğini önemsediğini ve şirketlerin bu konudaki beklentilere cevap aradığını görmek umut verici.
Ülkemizde sürdürülebilir kalkınmayı da destekleyen birçok temiz enerji yatırımı var. 2023’te ülkemizin ihtiyaç duyacağı enerjinin yüzde 35’inin yenilenebilir enerjiden elde edilmesi hedefleniyor. Ülkemizde üretim yapan birçok firma sera gazı salımlarını ve kaynak kullanımını azaltırken, verimliliklerini arttırıyor