Türkiye’nin küresel ısınmayı önleme politikaları çerçevesinde gerçekleştirdiği çalışmalar ve yalıtımın küresel ısınma ile mücadeleye katkısı üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar ile sohbet ettik.
Bilindiği üzere Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) 1992 yılında imzaya açıldı ve 1994 yılında yürürlüğe girdi. Kyoto Protokolü ise 1997 yılında imzaya açılarak 2005 yılında uygulamaya kondu. Türkiye, 2001 yılında Marakeş’te gerçekleştirilen BMİDÇS 7. Taraflar Konferansı’nda alınan 26/CP.7 sayılı Karardan (Karar: Türkiye’nin özel şartlarının tanınarak, diğer EK-I ülkelerinden farklı bir konumda olduğunun kabulüyle EK-II’den çıkartılması ancak EK-I’de kalması) sonra 24 Mayıs 2004 tarihinde BMİDÇS’ye, 26 Ağustos 2009 tarihinde ise Kyoto Protokolü’ne taraf oldu.
Türkiye, Kyoto Protokolü’nün kabul edildiği 1997 yılında BMİDÇS’ye taraf olmadığı için Protokolün Ek-B listesinde yer almamıştı. Dolayısıyla Türkiye’nin 2008-2012 yılları arasındaki Birinci Yükümlülük Döneminde sayısallaştırılmış sera gazı azaltım veya sınırlama yükümlülüğü bulunmuyordu. Protokolün 2013-2020 yılları arasındaki İkinci Yükümlülük Dönemi için de herhangi bir yükümlülüğü bulunmuyor. Bu nedenle Türkiye, Kyoto Protokolü’nün Temiz Kalkınma Mekanizması, Emisyon Ticareti ve Ortak Uygulama olarak adlandırılan esneklik mekanizmalarından da yararlanamıyor.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Müzakerelerindeki son durumunu ve Türkiye’nin müzakerelere katkısını değerlendirebilir misiniz?
Uluslararası toplum, Birleşmiş Milletler nezdinde evrensel yeni bir iklim anlaşmasının müzakerelerini sürdürüyor. Müzakerelerde oldukça yoğun bir sürece girildi. 2015 yılı sonunda Paris’te düzenlenecek olan BMİDÇS 21. Taraflar Konferansı’nda, 2020 yılında yürürlüğe girecek olan yeni iklim anlaşmasının kabul edilmesi bekleniyor.
Yeni anlaşmaya ilişkin müzakerelerde, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ayrımı yapılmaksızın bütün taraf ülkelerin sorumluluk alacağı ve bunu yerine getireceği bir anlaşmaya ulaşılması amaçlanıyor. Bu çerçevede, 2013 yılında Varşova kentinde yapılan 19. Taraflar Konferansı’nda alınan karar ile BMİDÇS tarafları ulusal katkılarını (Intended Nationally Determined Contributions – INDC) belirlemek için hazırlıklarını başlatmaya veya yoğunlaştırmaya ve bunları şeffaf ve anlaşılır bir biçimde 21. Taraflar Konferansı öncesinde sunmaya davet edildiler. Aralık 2014’teki 20. Taraflar Konferansı’nda ise 2020 sonrasına yönelik olarak gelişmiş ve gelişmekte olan bütün ülkelerin ulusal katkılarını en geç Ekim 2015’e kadar sunmaları kararı alınmıştı.
Şu ana kadar BMİDÇS’ye taraf olan 196 ülkeden 148’i yeni iklim anlaşmasına yönelik ulusal katkısını sundu (Çin, ABD, AB dahil). Ülkemizin ulusal katkısı da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı koordinasyonunda TÜBİTAK-MAM ile işbirliği içinde gerçekleştirilen İklim Değişikliği Ulusal Bildirimlerinin Hazırlanması Projesi kapsamında gerçekleştirilen sera gazı emisyon projeksiyonu çalışmaları esas alınarak hazırlanmıştı.
Son olarak, 30 Eylül 2015’te yapılan İklim Değişikliği ve Hava Yönetimi Koordinasyon Kurulu toplantısında değerlendirilen projeksiyon çalışmalarının sonuçlarının, ülkemizin yeni iklim anlaşmasına ilişkin ulusal katkısı olarak sunulması Kurul tarafından kabul edildi. Bunun üzerine Türkiye’nin ulusal katkısı BMİDÇS Sekreteryasına 30 Eylül 2015’te resmi olarak sunuldu. Türkiye’nin ulusal katkısına göre ülke olarak sera gazı emisyonlarımızı 2021-2030 yılları arasında referans senaryoya göre, 2012 yılı sera gazı emisyon miktarını baz alarak %21’e kadar azaltmayı taahhüt ettik.
İklim değişikliğini önlemede yalıtım uygulamalarının katkısına değinebilir misiniz?
Yalıtım bina enerji tüketimlerini azaltmak üzere; çatı, pencere, duvar gibi bina elemanlarının dış ortam ile ısı alışverişini azaltmak üzere yapılan bir uygulama. Bilindiği üzere, karbon türevi yakıtların yanmasıyla enerji elde edilmesi esnasında açığa çıkan sera gazları iklim değişikliğinin temel nedeni olarak kabul ediliyor. Binalarımızda tükettiğimiz enerjiyi azaltır ve ihtiyaç duyulan enerjiyi yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlayabilirsek gelecek kuşaklar için sürdürülebilir binalar ve sürdürülebilir bir çevre oluşturacağız.
Türkiye’de tüketilen enerjinin yaklaşık %40’ı binalarda kullanılıyor. Ancak, doğru tasarım ve yalıtım uygulamaları ve uygun yenilenebilir enerji kaynaklarının entegre edilmesi yoluyla sıfır enerjili binalara sahip olmamız mümkün. Bina maliyeti bina ömrü boyunca hesaplandığında bu maliyetin %85’ini enerji giderlerinin oluşturduğu unutulmamalı. Bu çerçevede, binalarda enerji verimliliğine yönelik çalışmalar, enerjide %75 dolayında dışa bağımlı olan Türkiye’de enerji arz güvenliğinin sağlanması bakımından oldukça önemli. Bu nedenle mevcut bina stokunun bir an önce optimum maliyet kapsamında iyileştirilmesi önem kazanıyor. Bu amaçla, sektör tarafından malzemelerin daha ekonomik hale getirilmesinin yanında, devlet tarafından da teşvik edici yöntemlerin sağlanması gerekiyor.
Bakanlığınızın iklim değişikliğine dair gündemine aldığı proje ve çalışmalardan yalıtım konusunu en çok ilgilendiren projeler hangileri oldu?
Bakanlığımızca ulusal kaynaklar ve uluslararası kuruluşların desteğinin yanı sıra, Avrupa Birliği katılım öncesi mali yardım programları dahilinde çeşitli projeler yürütülüyor. Bu kapsamda bütünleşik bina esasları, minimum enerji performansları ve bina tipolojileri belirleniyor. Bu çalışmalar sonucu elde edilecek sonuçlar zorunlu hale getirildikten sonra da, yapı sektörünün gerekli teknoloji ve malzemeleri sağlamak için küresel yaklaşımları takip etmesi önem kazanıyor.
Bakanlık olarak vizyonumuz sıfır enerjili binalar ile sürdürülebilir bir çevre. Binalara enerji kimlik belgesi düzenlenmesi için kullanılan BEP-TR programımızın ikinci versiyon çalışmaları devam ediyor. Toplumda farkındalık oluşturan ve iskan aşamasında mecburi olan enerji kimlik belgesi çizim tabanlı masaüstü bir program ile oluşturularak sunulacak.
Amacımız teknik kapasitenin ve uluslararası gelişmelerin ülkemize uyumlu hale getirilmesi. Hedeflerimiz doğrultusunda çalışmalarımız zamanlamaya uygun olarak devam ediyor.
Diğer ülkelerle sera gazı değerlerimiz kıyaslandığında, Türkiye’nin iklim değişikliğine katkısı nedir?
Türkiye, Dünya Bankası sınıflandırmasına göre gelişmekte olan üst-orta gelir grubu ülkesi. 2012 yılı itibariyle 75,6 milyon olan nüfusumuz 1990 yılından beri %30 oranında artış göstermiş. Türkiye’nin sera gazı emisyonları ise, 1990 - 2012 yılları arasında 187 milyon tondan 440 milyon tona yükselmiş. Buna rağmen, 1850 yılından beri Türkiye’nin kümülatif sera emisyonları içindeki payı %0,7 düzeyinde. Bu rakamlara karşılık Çin’in sera gazı emisyonları 2012 yılında yaklaşık 10 milyar ton, ABD’nin sera gazı emisyonları ise 5,5 milyar tona ulaşmış. Dünya genelinde bakıldığında küresel emisyonların %55 payına sahip üç bölge; Çin, ABD ve AB ülkeleri olarak karşımıza çıkıyor. Bu %55’lik pay içerisinde Çin’in payı %29, ABD’nin %15 ve AB’nin ise %11.
2012 yılı verilerine göre Türkiye’de kişi başı sera gazı emisyonu miktarı 5,9 ton. Bu değer OECD ortalamasının yaklaşık üçte birine, AB ortalamasının ise yarısına tekabül ediyor. Türkiye ekonomisinin karbon yoğunluğu, 1990 - 2010 yılları arasında 0,61’den 0,3’e düşerek yaklaşık %50 düzeyinde azalmış. Enerji talebi ise yıllık %6-7 düzeyinde artış göstermiş.
Dünya Bankası verilerine göre Türkiye’de kişi başı elektrik tüketimi 2854 kilowatt saat olup, bu değer de OECD ortalamasının oldukça altında.
Sera gazı emisyonlarını azaltabilmek adına mevcut mevzuat ve denetimlerde ne tür iyileştirme veya değişikliklere gidilebilir?
İklim değişikliğine neden olan etkenlerin başında sera gazı emisyonlarındaki artış geliyor. Hızla sanayileşmekte ve ekonomik olarak gelişmekte olan Türkiye’de, endüstriyel tesislerden kaynaklanan ve sera gazına neden olan emisyonların takibi, izlenmesi, raporlanması ve envanterinin oluşturulması, çevresel sorunların önüne geçmek ve iklim değişikliğiyle mücadele edebilmek adına büyük önem taşıyor.
Bakanlığımızca hazırlanan ve 2014 yılında yayımlanarak yürürlüğe giren Sera Gazı Emisyonlarının Takibi Hakkında Yönetmelik ile ülkemizin toplam sera gazı emisyonlarının yaklaşık yarısını teşkil eden; elektrik üretimi, çimento, demir-çelik, rafineri, seramik, kireç, kâğıt ve cam üretimi gibi sektörlerden kaynaklanan sera gazı emisyonlarının tesis seviyesinde izlenmesi sağlanacak.
Ayrıca, ülkemizin iklim değişikliği politikalarının oluşturulmasına ve iklim değişikliğiyle mücadele konusunda atılacak adımların uygulanmasına yönelik temel altyapı da bu Yönetmelik ile oluşturuldu ve AB Çevre Faslı müzakerelerinde önemli bir adım atıldı.
Diğer taraftan, Yönetmeliğin uygulanmasını kolaylaştırmak ve Yönetmelik kapsamındaki tesislere teknik açıdan destek olmak amacı ile Bakanlığımız tarafından hazırlanan Sera Gazı Emisyonlarının İzlenmesi ve Raporlanması Hakkında Tebliğ de 2014 yılında yürürlüğe girdi.
Dünya Bankası ayrıca, gelişmekte olan ülkeler ile yükselen ekonomilerin piyasa mekanizmalarından etkin olarak yararlanmalarını teminen gerekli kapasite gelişimini sağlamak amacıyla, Karbon Piyasasına Hazırlık Ortaklığı (Partnership for Market Readiness - PMR) adıyla bir teknik destek programını hayata geçirdi. Söz konusu proje kapsamında, emisyon azaltımına yönelik kullanılan araçlardan karbonun fiyatlandırılması, emisyon ticareti gibi mekanizmalar üzerine çalışılacak. Bu çalışmalar, sera gazlarının izlenmesi ve azaltılması konusunda önemli adımlar olmakla birlikte, uluslararası gelişmeler ve müzakereler ışığında daha ileri adımlar atmak için başlangıç noktası oluşturacak.
Diğer taraftan, 2008 yılında yürürlüğe giren Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği uyarınca başlatılan enerji kimlik belgesi uygulamasına göre, yeni binaların enerji tüketimleri ve sera gazı salım sınıflarının C sınıfının altında olmaması gerekiyor. Mevcut binalarda yapılacak olan esaslı tadilatların da yönetmeliğe uygun yapılması gerektiğinden yenileme çalışmalarının aynı sınırlar dahilinde yapılması zorunlu.
Sürdürülebilir Yeşil Binalar ile Sürdürülebilir Yerleşmelerin Belgelendirilmesine Dair Yönetmelik de 2014 yılında yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yönetmelik uyarınca yaşam alanlarının konfor şartları sağlanırken enerjinin etkin kullanılması ile doğrudan sera gazı salımlarının azaltılmasına yönelik çalışmalar yapılıyor. Isıtma sistemlerinde merkezi ısı gider paylaşım sistemlerinin kurulması ile yakıt tasarrufu sağlanarak gereksiz yanma önleniyor. Ayrıca yıllık baca gazı analizleri yapılarak ve ısıtma sistemlerinde verimli yanma sağlanarak sera gazı salımlarının azaltılması sağlanıyor.